Taptuk Emre Dergahındaki Yunus Hürmetine
Yunus Emre hazretleri Taptuk Emre'nin dergahından memleketi Sarıcaköy'e gitmek üzere yola çıkar. Üç gündür yollarda tozar, yürür vaziyettedir. Heybesindeki erzak, matarasındaki su azalmıştır. Gün inmek üzeredir. Geceyi geçirmek amacıyla bir mağara bulup sığınmalıdır. Yolda iki abdalla karşılaşır.Yollarını kaybetmiş bu kişilerle selamlaşıp tanışır. Bu iki Allah kulu, Yunus'u davet ederler, "Hele buyur, bu akşam bizimle konakla!" derler.
Mübarek Yunus, ilk başta eşkiya zannettiği bu iki abdalın davetine sevinir. Hem geceyi emniyetli bir şekilde onlarla geçirmek, hem de üç gündür kekik, ot ve ağaç kabuğundan başka bir şey girmemiş olan midesini bu abdalların heybelerinde bulunan yiyeceklerden istifade ettirmek arzusundadır. Ama hayretle görür ki ikisinin de omuzunda asılı heybeleri yoktur.
Yüksekçe bir yerde temiz, tenha bir mağara bulup oraya sığınırlar. Mağaradaki tertemiz sudan abdestlerini alıp akşam namazlarını kılarlar. Sonra oturup sohbete başlarlar. Aşk-ı İlahî'den, sevgiden, sevgiliden konuşurlar. Nefs-i emmarenin insana yaptığı kötülüklerden, nefs-i emmareyi dizginleme çarelerinden bahsederler. Yunus biçâre üç gündür süren yolculuğun verdiği yorgunlukla hemen yatıp uyumak derdindedir. Yarı uykulu gözlerle o anda bir şeye şahit olur. Abdallardan biri belindeki kuşağı sofra örtüsü niyetine yere serer, sonra ellerini açıp dua etmeye başlar. O dua ederken sofranın üstünde ekmek, zeytin, bıldırcın eti, pilav ve incir belirir. Yunus Emre gördüklerine inanamaz, gözlerini ovuşturur. Muhtemelen dervişin yemekleri getirişini dalgınlıkla kaçırdığını düşünür. Sıcacık yemeklerle karınlarını doyururlar ve güzel bir uykuya dalarlar.
Sabahleyin uyanıp yola koyulurlar. Kime ait olduklarını bilmedikleri tarlaları sularlar, ağaçları budarlar. Ne bir elma koparırlar, ne bir maydanoz. Akşam mağaraya dönerler. Derviş yine ellerini açıp dua eder, ardından güzel bir sofra! Yunus bir türlü bu işin sırrını çözemez. Üstelik bu sefer gözleri de açıktır. Yalnız bu sefer yiyecekler değişiktir. Pilav yerine erişte, bıldırcın yerine sülün... Yunus Emre bu dervişlere hayran olmaya başlamıştır. Onlarla olmaktan büyük bir mutluluk duymaktadır. Hatta içinden "Yıllardır Taptuk Emre kapısında oyalanacağıma şu mağaraya gelseymişim." diye geçirir.
Mağaradaki üçüncü günün akşamında dervişler sıranın Yunus'ta olduğunu söyleyip "İki gündür dua ettik, elhamdülillah karnımızı doyurduk. Bu akşam da sen karnımızı doyur bakalım!..."
Yunus bu abdalların kendisiyle alay ettiklerini düşünür ama abdallar gayet ciddi bir şekilde "Dua buyur ki amin diyelim!" derler.
Bu durum karşısında bedeninden soğuk terler boşanır Yunus'un. Yer yarılsa da içine girsem diye düşünür. Keramet ehli bu dervişler karşısında mahcup olmak, sonra da alay konusu olmak. Yunus Emre bütün bu düşünceler içinde belindeki kuşağını çıkarıp yere serer. Sonra elini açıp Yüce Yaradan'a yalvarmaya başlar.
"Yücelerden yüce Allah'ım! İmdi sana sundum elim. Sensin Kerim, sensin Rahim. Senden artık yoktur emim. Bu dervişlerin halleri nedir bilmem; amma kendi halimi bilirim. İmdi görklü Tanrım, bir sınava tutuldum, gözlerim göğe süzüldü. Canım göğüsten üzüldü. Dilim tetiği bozuldu. Rabbim sana sundum elim. Haddimi bilirim ve Sen dahi bilirsin. Bu dervişler Sana yakarırken her kimin yüzü suyu hürmetine dua ettilerse, Sen o kulunun yüzü suyuna beni bunların yanında mahcup etme İlahî!..."
O anda mağara dervişlerin hayret nidalarıyla dolar. "Allaaaahu Ekber!" La ilahe illallaaah!" "Allah, Allaaaah!" Yunus Emre gözünü açtığında yere serdiği kuşağının üzerinde birbirinden leziz dört ayrı sofra olduğunu görür. Dervişler hayretten gözlerini açmış durumdadırlar. Kendilerine geldiklerinde biri Yunus'un elini, diğeri dizini öper. "Aman kardeş, kimin hatırına dua ettin de sana bu nimet verildi?" diye sorarlar. Yunus ise bu sofranın kendi yaptığı duadan sonra geldiğine hâlâ inanamamaktadır. Soruya cevap verir. "Siz kimin hürmetine istediyseniz ben de o kişi hürmetine istedim. Peki ya sizler kimin hürmetine istediniz ey yarenler?"
Dervişler hâlâ tanımadıkları Yunus'un adını zikrederler cevaplarında. Hoş, Yunus da kendini tanımamaktadır henüz...
"Biz, Taptuk Emre'nin kapısında yıllar yılı odun taşıyan bir Yunus vardır, onun hürmetine diye dua eder, isteriz. Çok şükür her gün nimet gelir bize!" Araştıran ve yazan: Hüseyin Araslı
Mübarek Yunus, ilk başta eşkiya zannettiği bu iki abdalın davetine sevinir. Hem geceyi emniyetli bir şekilde onlarla geçirmek, hem de üç gündür kekik, ot ve ağaç kabuğundan başka bir şey girmemiş olan midesini bu abdalların heybelerinde bulunan yiyeceklerden istifade ettirmek arzusundadır. Ama hayretle görür ki ikisinin de omuzunda asılı heybeleri yoktur.
Yüksekçe bir yerde temiz, tenha bir mağara bulup oraya sığınırlar. Mağaradaki tertemiz sudan abdestlerini alıp akşam namazlarını kılarlar. Sonra oturup sohbete başlarlar. Aşk-ı İlahî'den, sevgiden, sevgiliden konuşurlar. Nefs-i emmarenin insana yaptığı kötülüklerden, nefs-i emmareyi dizginleme çarelerinden bahsederler. Yunus biçâre üç gündür süren yolculuğun verdiği yorgunlukla hemen yatıp uyumak derdindedir. Yarı uykulu gözlerle o anda bir şeye şahit olur. Abdallardan biri belindeki kuşağı sofra örtüsü niyetine yere serer, sonra ellerini açıp dua etmeye başlar. O dua ederken sofranın üstünde ekmek, zeytin, bıldırcın eti, pilav ve incir belirir. Yunus Emre gördüklerine inanamaz, gözlerini ovuşturur. Muhtemelen dervişin yemekleri getirişini dalgınlıkla kaçırdığını düşünür. Sıcacık yemeklerle karınlarını doyururlar ve güzel bir uykuya dalarlar.
Sabahleyin uyanıp yola koyulurlar. Kime ait olduklarını bilmedikleri tarlaları sularlar, ağaçları budarlar. Ne bir elma koparırlar, ne bir maydanoz. Akşam mağaraya dönerler. Derviş yine ellerini açıp dua eder, ardından güzel bir sofra! Yunus bir türlü bu işin sırrını çözemez. Üstelik bu sefer gözleri de açıktır. Yalnız bu sefer yiyecekler değişiktir. Pilav yerine erişte, bıldırcın yerine sülün... Yunus Emre bu dervişlere hayran olmaya başlamıştır. Onlarla olmaktan büyük bir mutluluk duymaktadır. Hatta içinden "Yıllardır Taptuk Emre kapısında oyalanacağıma şu mağaraya gelseymişim." diye geçirir.
Mağaradaki üçüncü günün akşamında dervişler sıranın Yunus'ta olduğunu söyleyip "İki gündür dua ettik, elhamdülillah karnımızı doyurduk. Bu akşam da sen karnımızı doyur bakalım!..."
Yunus bu abdalların kendisiyle alay ettiklerini düşünür ama abdallar gayet ciddi bir şekilde "Dua buyur ki amin diyelim!" derler.
Bu durum karşısında bedeninden soğuk terler boşanır Yunus'un. Yer yarılsa da içine girsem diye düşünür. Keramet ehli bu dervişler karşısında mahcup olmak, sonra da alay konusu olmak. Yunus Emre bütün bu düşünceler içinde belindeki kuşağını çıkarıp yere serer. Sonra elini açıp Yüce Yaradan'a yalvarmaya başlar.
"Yücelerden yüce Allah'ım! İmdi sana sundum elim. Sensin Kerim, sensin Rahim. Senden artık yoktur emim. Bu dervişlerin halleri nedir bilmem; amma kendi halimi bilirim. İmdi görklü Tanrım, bir sınava tutuldum, gözlerim göğe süzüldü. Canım göğüsten üzüldü. Dilim tetiği bozuldu. Rabbim sana sundum elim. Haddimi bilirim ve Sen dahi bilirsin. Bu dervişler Sana yakarırken her kimin yüzü suyu hürmetine dua ettilerse, Sen o kulunun yüzü suyuna beni bunların yanında mahcup etme İlahî!..."
O anda mağara dervişlerin hayret nidalarıyla dolar. "Allaaaahu Ekber!" La ilahe illallaaah!" "Allah, Allaaaah!" Yunus Emre gözünü açtığında yere serdiği kuşağının üzerinde birbirinden leziz dört ayrı sofra olduğunu görür. Dervişler hayretten gözlerini açmış durumdadırlar. Kendilerine geldiklerinde biri Yunus'un elini, diğeri dizini öper. "Aman kardeş, kimin hatırına dua ettin de sana bu nimet verildi?" diye sorarlar. Yunus ise bu sofranın kendi yaptığı duadan sonra geldiğine hâlâ inanamamaktadır. Soruya cevap verir. "Siz kimin hürmetine istediyseniz ben de o kişi hürmetine istedim. Peki ya sizler kimin hürmetine istediniz ey yarenler?"
Dervişler hâlâ tanımadıkları Yunus'un adını zikrederler cevaplarında. Hoş, Yunus da kendini tanımamaktadır henüz...
"Biz, Taptuk Emre'nin kapısında yıllar yılı odun taşıyan bir Yunus vardır, onun hürmetine diye dua eder, isteriz. Çok şükür her gün nimet gelir bize!" Araştıran ve yazan: Hüseyin Araslı
Yorumlar
Yorum Gönder